Erzurumlu İbrahim Hakkı Kimdir, Hicri 115, Miladi 18 Mayıs 1703 yılında Hasankale’de dünyaya geldi. Erzurumlu bir derviş olan İbrahim Hakkı, yazdığı eserlerde ilim ve dini bilgileri birleştirdi. İbrahim Hakkı’nın manevi eğitimi babası Osman Efendi ile başladı. Gerçek ilmi Aydınlar bucağındaki ilim hayatına borçludur.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Kimdir
Erzurumlu İbrahim Hakkı Kimdir, Hicri 115, Miladi 18 Mayıs 1703 yılında Hasankale’de dünyaya geldi. Erzurumlu bir derviş olan İbrahim Hakkı, yazdığı eserlerde ilim ve dini bilgileri birleştirdi. İbrahim Hakkı’nın manevi eğitimi babası Osman Efendi ile başladı. Gerçek ilmi Aydınlar bucağındaki ilim hayatına borçludur.
İbrahim Hakkı’yı amcasının yanına bırakan babası mürşid-i kâmil bulma arzusuyla seyahate çıktı. Aradığı kâmil insanı Aydınlar’da İsmail Fakirullah’ın kişiliğinde buldu.
Oğlunu da daha sonra İsmail Fakirullah’a takdim etti. Fakirullah, İbrahim Hakkı’nın şeyhi olacaktı.
Babası ile şeyhi arasında geçen şu olay, İbrahim Hakkı’nın manevi eğitimi hakkında güzel bir örnektir: Bir gece oğluyla birlikte Fakirullah’ın yanından ayrılan Osman Efendi, ısınmak için alacağı ateş parçalarını elinde taşımak ister ve onları alır.
Fakat şeyhi ona ateş parçalarını kürekle taşıması ikazında bulunur. Bunun sebebini soran İbrahim Hakkı’ya babası, “kerametleri herkese göstermemek lazım geldiğini” söyler.
Hayatının büyük kısmını şeyhinin yanında geçiren İbrahim Hakkı, İsmail Fakirullah’ın müridi olmaktan gurur duyar. Ancak şeyhinin kendisine verdiği ilham, eğitim ve bilgiler sayesinde böyle kıymetli eserler verebildiğini övünerek söylemektedir.
Yaşamının sekiz yılı Müftü Hazık Efendi’nin yanında farsça dersleri alarak, ebced hesabıyla tarih düşürme ve şiirler yazmayı öğrenerek geçti. 1728 yılında dokuz yaşında başlayan tasavvufi hayatı Erzurum ve çoğunlukla da Aydınlar bucağında geçti. Manevi hayatında önemli bir yer tutan şeyhi İsmail Fakirullah, bir mürşid-i kâmildi.
Maarifetname’de yazılanlara göre her işini kendi yapan şeyh, üzüm sepetlerini bile omuzlarında taşırdı. İbrahim Hakkı’nın anlattıklarına göre gece uyumaz, gündüzleri oruç tutardı. Daima Allah’ı düşünür, O’nu zikrederdi.
Bu ona zevk ve kuvvet verirdi. Kırk yaşına geldiği zaman garip bir hal içinde huyu değişmiş olarak, kırk gün devam eden baygınlık hali geçirmiş ve o günden sonra da ölünceye kadar hayatına ölçülülük hâkim olmuştur.
Kırk sekiz yaşlarına doğru bir mağaraya inen şeyh, İbrahim Hakkı’ya göre orada mana meclisinde velilerin ruhlarıyla buluşmuş; aşk ve sevgi şarabından içerek görünenlere hayran, aşk denizine dalmış ve kendinden geçmiştir. Bundan sonra sekiz yıl yalnızlık içinde yaşadığı bir dönem başlamıştır.
Eserlerini yazmasında tasavvuf hayatında da sürekli yer alan bir ilke etkin oldu. Bu Kuran-ı Kerim’de de geçen “Nefsini bilen Allah’ını bilir” ilkesidir. Yaşam, insanın nefsini bilmesi ile ışığa açılan uzun bir yoldur.
İnsanın Rabbini tanıması için önce kendini tanıması, bunun için de diğer ilimlerin bilinmesi gerektiğine inanan İbrahim Hakkı, birçok alanda kitaplar yazmış olması doğaldır.
Bu öğüt, dinler ve zamansız felsefe tarihinde karşılaştığımız bir öğüttür ama bu Öğütün Kerameti Nedir? Erzurumlu İbrahim Hakkı, kendini tanımanın bir yolu olan tasavvufa yönelir.
Bilinen eserlerinin en büyüklerinden kısaca bahsedersek;
Divan (1754): Türkçe eseridir. Dualar, kasideler, aşkname ve bir de naat (Peygamberin hayatını öven eserlere verilen addır) mevcuttur. Dünyada her şey ona Allah’ı hatırlatır ve eseri bu hatırlamalarla doludur.
İrfaniye (1760): Türkçe, Arapça, Farsça olmak üzere üç dilde yazılmıştır. Bu eseri şu hadisi açıklamak için yazılmıştır; “Nefsini bilen Allah’ını bilir.”
İnsaniye: Allah’ın birliğine ait şiirler bulunur.
Eserlerinden Maarifetname içerik olarak ansiklopedik bir eser sayılsa da çeşitli konulardaki ilginç fikirleri ile insana birçok ilimde ilk basamakları oluşturacak güçtedir.
İbrahim Hakkı’ya göre kendini tanımak ancak sosyal ve müspet ilimlerin bilinmesi ile mümkündür. O halde önce Allah’ı tanımayı (Marifetullah) bize sağlayacak olan bilimleri bilmeliyiz.
İbrahim Hakkı, o güne kadar gelen birçok tasavvufi düşünceyi birleştirmeye çalışmıştır. Maarifetname insanları aydınlatmak, yani nefsini tanımak gayesi ile kaleme alınmıştır.
Maarifetname’de; “ahiret hayatı, kâinatın yaratılışı, kâinattaki çeşitli ilahiyetler, bunların kâinatı idare etmesi ve düzenlemesi, peygamberler, melekler, gökler ve yerler, yedi deniz arasında bulunan Kaf Dağı, güneş ve ay, kar, yağmur, yedi tabakadan meydana gelen toprak, cehennem, tavus kuşu, on iki bin senede 120 peygamber, öldüren cinler, yedi iklimden alınan toprak karışımı olarak en güzel surette yaratılan Âdem peygamber, şeytanlar ve pek çok kıyamet alametleri gibi çeşitli konulardan bahsedilir.”
Maarifetname, evrimden (istihale) bahseder, madenlerden bitkilere, bitkilerden hayvanlara, hayvanlardan insanlara sürekli hareket halinde olan bir evrimden konuşur.
Evrim, bir daire gibi İlahi Nur’un ilk akıldan inip çeşitli evrimlerden geçerek ve aynı zamanda yükselerek yine aynı noktaya, İnsanı Kamil olarak dönen bir bilinç hareketidir.
İlahi Nur, birlik mertebesinden akıllar üzerine, oradan da nefisler üzerine, oradan da gökler üzerine, oradan da bitkiler üzerine oradan unsurlar ve toprak üzerine taşıp iner. İşte bu iniş noktasına mebde (başlangıç) ve inişe de kavs-l nüzul denir.
Sonra bu Nur, topraktan madenlere, oradan bitkilere, oradan hayvanlara, oradan da insan-ı Kâmil’e hatta Allah’a kadar çıkarak yükselir. Bu son nokta mead (son) diye adlandırılır ve çıkışa da kavs-ı rücu denir.
Aritmetik ve geometri disiplinlerinden bahsedilir. İlm-i heyet (astronomi) biliminden konuşulur. Kuranı Kerim’de “Niçin gözlerini göklerin ve yerlerin saltanatına ve Allah’ın yarattığı şeylere doğru çevirmiyorlar ” diye soran Kuran’ı dinleyen İbrahim Hakkı evreni çeşitli yönlerden inceleyen ilimleri Maarifetname’de ele alır.
Anatomi nefsi öğrenmenin, dolayısıyla Allah’ı tanımanın (marifetullah) anahtarıdır, insan vücudunun çalışması, sindirim olayı, ana rahminde çocuğun gelişimi, insan hayatının dört bölümü evreni anlamımıza yardımcı olacaktır.
Maarifetname’ye göre insan anatomisi hakkında verilen tüm bilgiler insan denen yaratığın ne derece olağanüstü olduğunu gösterir. Bu ise her şeyin Yapıcısı ve Yaratıcısı Allah’ın büyüklüğünü (Cemal) ne güzel bir biçimde ifade eder.
Bilmek, öğrenmek, tanımak fiillerinin anlatmak istediği nedir?
Bu fiiller hangi nesneler ile kullanılır?
Tanımak insanın kendisinden başlar yıldızlara kadar evrenin birçok parçasını içine alan bir tanımadır.
Neden çok eski zamanlardan beri tüm eski ve kutsal metinler insana kendini ve doğanın her bir parçasını tanıması öğüdünde bulunurlar. Kendini tanıması neden insanoğluna yüzlerce yıldır tekrarlanmıştır?
İnsanoğlu bu öğüdü tutmamakta mıdır?
“Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu” diye yazar Kuran-ı Kerim. Buradaki “bilme” insanın kendisini bilmesidir. İlim Çin ‘de bile olsa arayınız, “İlim peşinden koşmak her Müslüman’ın üzerine farzdır,’ Beşikten mezara dek ilim isteyin ” der Hz. Muhammed. Neden bilmenin bir aracı olan ilmi aramamızı, bulmamızı, elde etmemizi öğütler?
Erzurumlu İbrahim Hakkı da böyle bir ihtiyaçtan dolayı insanı ve evreni çeşitli açılardan anlamaya yarayan tüm ilimlerle ilgilenmiştir. “Kendini Tanı” sihirli formülünün ardında koşmuş, bu öğüdün kerametini bulmaya yaşamını adamıştır.
Kuran-ı Kerim birçok ayetinde Kâinatı yaratan Cenab-ı Hakk’ın bu yüksek eseri üzerinde derin düşünmeyi, bu âlemi sırf kendisinin bilinmesine yardımcı olsun diye yarattığını ve bütün varlıklarda görebilen gözler için hikmetlerle dolu gizlilikler bulunduğunu ve kendi birliğini idrake kullarını teşvik ettiğini yazar.
Öyleyse bu yüksek eseri anlamaya çalışmak insanın ödevidir. Bu büyük eser insanın bedeninden yıldızlar âlemine, madenlerden bitkilere ve hayvanlara kadar evrenin tüm boyutlarıdır. Evrenin değişik yönlerinde çalışma yapıp anlamaya çalışan tüm disiplinler bu yüce eseri tanımaya yardımcı olurlar.
Anatomi, bedenlerin yapısını inceleyen bir bilim dalıdır. Şafii, önce bedenlerin bilgisinin sonra dinlerin bilgisinin önemli olduğunu ifade etmiştir. Beden bilgisinden Allah’ı anlamaya ve O’nun kudretini keşfetmeye çalışanlar, Allah bilgisine ulaşırlar.
Anatomi öğrenmenin faydaları şunlardır: Allah, vücut yapısını en mükemmel şekilde oluşturarak inşa etmiş ve işlemesini sağlamıştır. İnsan, mükemmelin ne olduğunu ancak kendisine en yakın mükemmel yapıyı tanıyarak bilebilir. Bu en yakın mükemmel yapı, bedenidir.
Bu nedenle, mükemmelin ne olduğunu anlamak için bedeni tanımaya çalışmalıdır. Bedendeki mükemmeli tanıyan kişi, Allah’ı da bir yönüyle tanımaya başlar. İslam Felsefesi’ne göre, Cenab-ı Hakk’ın kurduğu bu vücudun mükemmelliği yalnızca insana özgü değil, aynı zamanda on sekiz bin âlemi kapsar.
Anatomi bilimi, insanın kendi benliğini anlamasının, Marifetullah’a (Allah’ı tanıma) doğru bir adım olduğunu söyler. Ancak nefs bilgisi, Allah bilgisine göre bir zerre kadar küçüktür, denizdeki bir damla kadar azdır.
Maarifname’ye göre; insanda beden ve ruh olmak üzere iki kısım vardır. Beden bir merkep, ruh ise onun binicisidir. Yaşamın amacı, Allah’ı bilmektir.
Bu nedenle, bir sanatçının eserini görmeden önce eserinden sanatçıyı tanımaya çalışması gibi, insan da Allah’ı, yaratıklarında tanımaya çalışmalıdır. Bir insan kendi beden ve nefsini (ruhunu) idrak etmeden Allah’ı bilemez.
Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname’de insanın vücudundaki bazı sanatları ve organların özelliklerini anlatmaya başlar. İnsanın en büyük organı kalp, en küçüğü cilttir.
Kalp, Allah’ın evidir. Kâinat ilmi beden bilimine yardımcı olduğu gibi, beden bilimi de kalp bilimine yardımcı olur ve rehberlik eder.
Bedenin yaratılışında sayısız olağanüstü sanat, garip hikmetler, süslü renkler ve çeşitli hizmetler vardır. İnsanların çoğu, iç ve dış organların her birinin psikolojik, zihinsel ve ruhsal yönlerini ve lüzumunu bilmez.
Mesela, insan vücudunda birçok kemik, sinir, damar ve milyonlarca hücre bulunur. Her biri ayrı bir iş için yaratılmış olup, biçimi ve şekli farklıdır. Bu organların incelikleri ve görevleri hakkında çoğu insan bilgisizdir.
İnsandaki ruh, bedenle eylemler gerçekleştirir ancak ruh, bedenden ayrıdır çünkü ruh mücerret (soylu) bir cevherdir ve bu haliyle sonsuzdur. Beden ise sürekli değişir ve ölümlüdür. Beden değişse de ruhun aynı kalmasının sebebi, ruhun yüksek âlemlerden gelmiş olmasıdır.
Ruh, daima aynı kalır ve sonsuzdur. Beden ise aşağı âlem olan kevn ve fesat (oluş ve bozuluş) âleminin bir parçasıdır. Evrende değişen ve değişmeyen iki cevherden bahsedilir; ruh değişmeyen cevherdir.
Beden, değişen cevherden meydana gelirken, ruh ona aittir. Beden zaman içinde bir baştan sona yenilenir; yani çoğu hücreleri değişir ve yerlerine yine aynı maddeler dolmak suretiyle yenilenir.
Eski metinlerde bahsedilen cehalet, insanın kendini tanıma konusunda bulunduğu bir cehalettir. Öyleyse savaşılması gereken cehalet, insanın kendini tanıma yolunda bulunmaktadır.
İnsan kendini bilmezse, görmezse ve kendi hakikatine ermezse hem bu dünyada hem de diğer dünyada kör kalır. Kör kalmak, cehalet içinde bulunmaktır.
İnsanlığın bu cehaletini yenmesi için tarih boyunca peygamberler, veliler, âlimler çalışmışlardır. İnsanlığı bilgisizlikten kurtarmaya ve nefis bilgisi aracılığıyla Allah’ı bilip tam kullardan olmalarını sağlamak için savaşmışlardır.
Nefsini bilen Allah’ı bilir, çünkü insan ruhu bir aynadır. İnsan evrenin bir küçük özeti gibidir. Küçük evreni bilen, büyük evreni de bilebilecektir.
İnsan kendi vücudunu nasıl idare ettiğini düşünerek Allah’ın âlemi nasıl idare ettiğinin idrak yolunu bulabilir. İbrahim Hakkı buna bir örnek verir. Mesela kâğıda Bismillah yazmak isterseniz, evvela kalbinizde onu yazma isteği doğar;
sonra bu istek akla ulaşır ve hafızadaki Bismillah sözünün hayalini canlandırır. Sonra bu hayal, bir sinir aracılığıyla parmakların ucuna gider; sonra parmaklar irade kuvvetiyle ve diğer organların yardımıyla kâğıda Bismillah kelimesini yazar.
Allah’ın yüksek iradesi bir şeyi yaratmayı dilediğinde, evvela iradesinin eseri Arş’ta belirir. Sonra ilk akıl aracılığıyla o iz Kürsi’ye varır ve Levh-i Mahfuz’da görünür; sonra madde cüzlerine indirilir.
Sonra feleklerin hareketi, güneş ve yıldızların ışıkları aracılığıyla tabiatın sıcak, nem, soğuk ve kumsundan istenen meydana gelir. Nasıl kâğıt o harfleri saklıyorsa, tabiat da o şekilleri saklar.
İnsan aklı İlk Akıl’a, hafızası Levh-i Mahfuz’a, sinirleri Meleklere, parmak unsurları, duyu organları Güneş ve Yıldızlara, yazı araçları Tabiata, yazılmış satırlar da Bitki, Hayvan ve Madenlere benzer.
Bu örnekle anlıyoruz ki Cenâb-ı Hakk bu âlemi nasıl idare ettiğini idrak etmesi için ruha bedeni idrak etmek ve kendini bilmek kudretini vermiştir. Kuran-ı Kerim’de kullarına kendisini bilip tanımalarını teşvik eden ve öğrenme yolunu gösteren birçok ayetler indirmiştir.
Bir Hadis-i Kutsi’de “Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi istedim ve beni bilsinler diye halkı yarattım” buyurmaktadır. Küçük evren olan (insan) ve büyük evren (kâinat) bir hazine gibi bilinmeyen yönler ile doludur. İnsanoğlu elindeki araçlar ile bu hazineyi tanımaya, bilmeye gayret etmelidir. Üzerini örten cehaletten ancak çalışıp, gayret ederek kurtulabilir.
İnsan evrenin özeti, âlemin küçük bir modelidir. Bu küçük modeli ve evreni anlamaya çalışan insanlık tarihinde İbrahim Hakkı gibi birçok âlim, filozof bu konuda çalışmış, hayatını buna adamıştır.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Kimdir?, Biyografi Tanıtımımızın Sonuna geldik, Yorumlarınız Bizim için çok değerli.
İlgi Çekici Biyografiler